top of page

Mevsimler’in Yazarın Peter Bichsel’le Söyleşi

Bu söyleşi, yakın zamanda Mevsimler isimli eseri Ketebe Yayınları etiketiyle yayımlanan Peter Bichsel ile 2019 senesinde yapılmış ve Music & Literature No. 9’da okurların karşısına çıkmıştır. Söyleşiyi gerçekleştiren Martin Ebel şunları söylüyor: “Peter Bichsel ile buluşmak istiyorsanız, bolca zamanınız olmalı ve söyleşinin çoğunun bilinen bir söyleşi gibi gerçekleşmeyeceğini bilmelisiniz. Benim onunla tanışıklığım, Bichsel’in memleketi Solothurn’daki Kreuz adlı birahanede başladı. Bichsel artık seksen iki yaşında ve yazmayı bırakmış durumda. Son elli yıl boyunca, onlarca hikâye kitabı ve binden fazla köşe yazısı yayımladı. Eserleri yeniden yayımlanmaya, okunmaya ve yeni nesil okuyucular tarafından keşfedilmeye devam ediyor, hâlâ aktif bir yazar olmadığını kimse söyleyemez yani. Şimdiye kadar kimsenin Bichsel hakkında kötü düşündüğüne rastlamadım. Belki bugün yaşından dolayı temposunu kaybetmiş olabilir fakat düşüncelerinin eski günlerdeki gibi keskin olduğunu söylemeliyim.” Martin Ebel farklı bir söyleşi tarzı izliyor; Bichsel’e bazı kısa şeyler hatırlatıyor ve Bichsel’in zihninin derinlerine inmeye çalışıyor. – Tugay Kaban


Peter Bichsel - Mevsimler

Günlerin


Genellikle çok sıkıcıdır. Sabah beş ile dokuz arasında kalkar ve yemek yapmaya başlarım. İki üç kişilik yemek pişirir ve yerim, ardından genellikle gün boyu başka bir şey yemem, belki sadece küçük atıştırmalıklar. Sabahları huysuz olurum; bir şeyler konuşabilmem uzun zaman alır. Evet, aslında sabahları depresif oluyorum. Akşamları tam tersi. Yemek pişirmek, hayatı onaylayan bir eylemdir; yavaşça kendine gelmenin harika bir yolu gibi.


Yazmak ve Yazmamak


Hiçbir zaman bir yazma ritüelim olmadı. Her zaman kendime yazmayı emretmek zorundaydım. Bu yüzden, başkası bana yazmamı emrettiğinde her zaman mutlu oluyordum. Hiçbir zaman tutkulu bir yazar da olmadım. Yazmak benim için bir gereklilik değildi. Yazmayı bıraktığımda onu özleyebileceğimi düşünüyordum. Özlemiyorum. Sadece alışkanlıktan dolayı çalışma odamdayım. Artık yazmaya ihtiyacım yok.


Okumak


Okumak, bana, yazmaktan hep daha önemli göründü. Çok okudum ve bundan müthiş keyif aldım. Ancak artık yorucu bir hâle büründü. Göz felci geçirdim ve bu yüzden artık pek fazla okuyamıyorum, sadece daha önce okuduğum ve tekrar okumak istediğim şeylere dönüyorum. Mesela Goethe'nin Wilhelm Meister'in Çıraklık Yılları. Mesela Jean Paul. Ama artık onları bile küçük dozlarda alıyorum. Bu eserleri daha önceden okumuş olduğum için mutluyum, içlerinde dolaşabiliyorum bu yüzden. Bugün o kitaplardan birini okusam ve bir cümlede dursam, o cümleyi ilk okuduğumda içinde bulunduğum hâli hatırlayabiliyorum. Beni, okuduğum kitaplardan daha fazla bana hatırlatan hiçbir şey yok.


Diğer Okurlar


Okurken asla yalnız değilsinizdir. Her zaman bir arkadaşınız vardır. Okuyucuların diğer okuyuculara ihtiyaç duyarlar. Bir kitap okuduğumda, onu okuyan başka birini bulmaya çalışırım. Kitabı hiç tartışmayız, sadece derim ki: Harika! Sen de fark ettin mi...? Sokakta birbirlerine doğru koşup kucaklaşan iki kişiyi gördüğümde, ilk düşüncem her zaman: aynı kitabı okumuşlar, olur.


Yaşlanmak


Radyodaki psikologlar yaşlanmakla yüzleşmekten bahsettiklerinde biraz vicdan azabı çekiyorum. Yaşlanmak, pek önem verdiğim bir konu değil aslında. Gençken de gençlikle ilgilenmiyordum. Benim kabilem gençler değil, insanlardı, bu da yaşla ilgili bir şey değil zaten. Bazen yaşlıları gençlerden daha çok severdim. Hâlâ öyle.


Tek korktuğum şey yaşlı insanlarla birlikte yaşamak zorunda kalmak. Ölmekten korkmuyorum, ölümden korkmuyorum, acıdan korkmuyorum, ama huzurevlerinden korkuyorum. Küçük bir çocuk korosunun gelip, neşeli şarkılar söylemesi karşısında heyecanlanmak zorunda kalmaktan korkuyorum. Ve Guggen müziğinin bize serenat yapmasından… Yahut yodel kulübünden… Yodel'i severim fakat huzurevinde yaşlı insanlarla dinlemek istemem.


Yaşlanmakla ilgili tek korkum bu. Çok yoğun bir korku. Bu elbette deneyimlerimle ilgili. Huzurevlerinde çok bulundum ve yaşlı insanların nasıl güçsüzleştirildiğini, orada yaygın olan ırkçılığı deneyimledim. Irkçılık, bir grup insana ortak özellikler atfedildiğinde başlar: Yahudiler çok zekidir; Yahudiler kurnaz iş insanlardır. 'Gençler', 'çocuklar', bunlar aslında ırkçı terimlerdir. Ve 'yaşlılar', bu da ırkçı bir terimdir. Yaşlılar sadece yumuşak yiyecekler yiyebilir, yaşlılar fazla tuz tüketmemelidir, erken yatmalıdırlar ve daha fazla su içmelidirler. Bu, ırkçılığın başlangıcıdır.


Bu gruba dâhil olma niyetim yok. Bunu reddediyorum. Ama yaşlı olmayı seviyorum! Görüyorsunuz, yürümek acıtıyor, bir bastona ihtiyacım var, şu mesafeyi yürüyüp yürüyemeyeceğimi düşünmem gerekiyor. Yakında yeni bir kalça protezi takılacak ve eğer bir sorun olmazsa, eminim bir şeylerin eksik olduğunu hissetmeye başlayacağım. Bastonuma alıştım.


Diğer Yaşlı İnsanlar


Bu şehirde aslında, kendi hayatımdan değil, diğer insanların hayatlarından dolayı acı çektim. Şimdilerde, gençken tanıdığım bazı yaşlı insanları sokakta görüyorum. Onlardan biri misal, çılgın fikirleri olan delinin tekiydi; artık o, bir burjuvanın özeti bence. Acı bir eski burjuva. Onun yaşantısını kaldıramam. Böyle insanlarla birlikte olmak ve onlarla yaşlanmak genellikle büyük bir yük olur. Gerçekten harika insanlarla da tanıştım, bir tanesini düşünüyorum mesela, harika bir insandı, büyük şeyler yapacağına emindim, bir gün tüm dünya adını bilecekti bence fakat bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Bu beni üzüyor.


Çalışmak ve Değer


Beklediğimden çok daha fazlası. Ve kesinlikle hak ettiğimden daha fazlası. Kendimi son derece abartılmış olarak görüyorum. Gerçekten. Ünüm yazdıklarımla pek alâkalı değil. Yuvarlak küçük gözlüklerimle veya şeytan bilir neyle alakalı. Kendimi övmüyorum. Kimse beni, ‘yeteneğimi sömürmekle’ suçlayamaz. Sadece, belki de benim kadar önemli olan bazı insanların önünde durduğumu düşünüyorum, bu da beni pişmanlığa sürüklüyor.


İsviçre


İsviçre'nin, başına hiçbir şey gelmeyeceğine inanmasını, tehlikeli buluyor ve İsviçrelilere şunu söylemek istiyorum: dikkat edin, bize de bir şeyler olabilir. Popülerliğimizi abartıyoruz. Gücümüzü abartıyoruz. Haritadaki belirgin küçük iğnemizin üzerinde yaşamaya devam ediyoruz fakat bu ne kadar sürebilir? Banka sırlarıyla da gördük: Bir yıl önce, insanlar banka sırlarının onlara zarar vereceğini söylüyordu. Şimdi sadece İsviçre vatandaşları için banka sırlarımız var. İsviçre hükümeti, kendi vergi kaçakçılarını savunmak için bütün gücünü kullanıyor.


1968


1968 benim için önemli bir tarihti, 68'li olmayı özlüyorum. O vakitler genç insanlar, aslında sadece, okuldaki öğretmenlerinin kendilerine yalanlar söyledikleri bu harika İsviçre'yi tasarlamaya çalışıyorlardı; harika demokrasisi ve harika bir sosyal sistemi olan bu harika İsviçre’yi…


Yaşlılık Bilgeliği


Sana ne diyeceğimi bilmiyorum. 'Deneyim her zaman fikrin bir parodisi gibidir’ yazıyor duvarda. Bu söz, Goethe'nin İsviçre'ye ilk seyahatinde tuttuğu notlarından. İşte o İsviçreli Bünzlis Goethe'ye bunu düşündürdü. Yaşlılık bilgeliğine inanmıyorum. Hiç yaşamadım da. Deneyimlere gençler sahiptir, yaşlılar değil. Deneyim aktif bir şeydir, yaparsınız. Çok sayıda zeki, genç insanımız var. Bilge genç insanlar. Ve tuğla gibi aptal yaşlı insanlar. Yaşlanarak deneyim kazanmazsınız. Bildiğimiz ve saygı duyduğumuz tüm o filozoflar, otuz veya kırk yaşında ölen o yazarlar, acaba seksen yaşında daha bilge olabilirler miydi? Hayır.


Ölüm


Kendi ölümümden değil, başkalarının ölümünden korkuyorum. Çoğu zaten gitti. Sonra, kafanızda, ölmüş arkadaşlarınızla konuşmaya başlıyorsunuz. Hatta ölmüş arkadaşlarınızla kötü ilişkiler bile geliştirebiliyor, onlara karşı çıkabiliyorsunuz. Bir tür savunma bu. Ve elbette, sizi terk ettikleri için bir tür öfke yansıması.

4 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page