top of page

Carole Maso ile Söyleşi

Carole Maso dört romanın yazarıdır: Ghost Dance, The Art Lover, AVA ve The American Woman in the Chinese Hat. [Henüz hiçbiri Türkçeye tercüme edilmedi] Yeni romanı Defiance, gelecek yılın başlarında Dutton tarafından yayınlanacak. Lannan Edebiyat, NEA ve başka birçok ödülün sahibidir.

Maso, gazete makalelerinden sanat eserlerine kadar farklı türden metinleri romanlarına dâhil edebiliyor ve parçalanmış bir iç monologdan (AVA’da) daha itirafçı bir anlatıya (Amerikan Kadını) birçok denemeyi kolaylıkla uygulayabiliyor. Neredeyse tüm eserlerinde arzu ve beden asla birbirinden uzak kalmaz; belki de Fransız teorisyen Hélène Cixous’un ‘ecriture feminen’ teorisini diğer birçok Amerikalı yazardan daha iyi örnekliyor.


Aşağıdaki röportajda, birçok başka şeyin yanı sıra, düşünce estetiğinden, edebiyat piyasasının değişimlerinden ve yazan kadınların karşı karşıya olduğu koşullardan bahsediyor.


Evenson: “Rüpture, Verge ve Precipice/Precipice, Verge ve Hurt Not” adlı denemenizde, “Gelecek bu sefer gerçekten kadınsı olacak” diyorsunuz. Benzer iddialar daha önce başkaları tarafından da ileri sürüldü, ancak her zaman bu geleceği alt üst edecek bir şeyler oluyor gibi. Çağdaş kadın ve kadın yazarların karşılaştığı zorluklar nelerdir? Geleceği kadınsı yapan ne olabilir?


Maso: Benzer şeylerin daha önce edebiyat açısından pek çok kez ileri sürüldüğünden emin değilim. Ve aynı ahlaki zeminin bir kişiye ait olmadan önce bin kez üzerinden geçilmesi gerektiğine çok inanıyorum. Bence kadınlar o kadar uzun zamandır, o kadar incelikli ve karmaşık şekillerde, kısacası, o kadar etkili bir şekilde eziliyorlar ki küçücük bir ışığa bile, küçücük bir ışığa, sadece dünyada değil, zihnimizde de bizim diyebileceğimiz bir yere doğru, artık uzun bir yolculuk gerçekleşiyor ve gerçekleşmeye devam edecek.


Ve tabii kadınlar, tüm bu şeyler hakkında çok kararsız hissediyorlar. Çoğunlukla, yaşayan, uyuyan, zulme uğrayanlarla etkileşime giren tek mazlum grup onlar. Varsayımlar yapılır, işler hafife alınır. Öyle ki feminizm, öğrencilerim arasında yeni “F kelimesi” hâline geldi.


Burada denediklerimden bazılarını ifade etmeye çalışmanın oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Bir dereceye kadar, bir cesaret duruşu veya cüret (yahut özgürlük) duruşunu üstlenmekle ilgili olsa bile, sonunda gerçek cesaret, gerçek cüret yerini alana kadar devam edeceğim. Bence bu tür şeyler üzerindeki baskıyı sürdürmek önemli. Benim için genellikle bu alan yazı adına ilginç bir yer. Sanki açık hava hapishanesinin dış hatları gibi. Halihazırda inşa edilmiş olarak ortaya çıkamamak, bir kitap, bir bölüm, bir paragraf, bir kelime gibi hiçbir şeye sahip olamamak.


Yayıncılık sahnesinde, cinsiyetçiliğin oldukça yaygın olduğunu söyleyebilirim. Yalnızca üniversite eğitimi görmüş beyaz bir adam muazzam, özensiz hatta bazan okunamayan kitaplar yazabilir ve bir dâhi olarak etiketlenebilir. Bir kadın böyle bir işe kalkışırsa, hemen gülünecek, küçük görülecek veya alay edilecek olur. Veyahut daha kötüsü, görmezden gelinir. Yine de sınırları benimseyen kadınların, en sıra dışı metinleri, giderek daha fazla üreteceklerini düşünüyorum. Mesela beyaz erkek ana akım yazılarının, günlük olarak kutlanması beni biraz eğlendiriyor. Bu bariz bir son nefes alma, son panik durumu. Bu kadar büyük bir gösteri, göğüs yumruklaması, sırt sıvazlamalar, kendini beğenmişlik görülmemiştir. Batı uygarlığı (Time Dergisi, Disney yapımları, Harvard Üniversitesi) oldukça gergin, olması gerektiği gibi.


Geçmişin en yenilikçi Amerikalı yazarlarından ikisi de kadındı: Emily Dickinson ve Gertrude Stein. Bunu bile daha yeni anlamaya başlıyoruz. Şu anda bu ülkede üretilen en iyi yazıların çoğu, bence biraz önce saydığım dürtülerin bir sonucu. Feminist teorisyenler ve kadın yazarlardan oluşan bir birliktelik görüyorum. Türler ve sanat formları arasında örtüşme yaşanıyor. Gerçekten çok heyecan verici bir zaman içindeyiz. Amerikan avangardında oldukça harika şeyler yaşanıyor.



Dişil duyarlılığın veya enerjinin, hiçbir durumda yalnızca kadınlarla sınırlı olduğuna inanmadığımı söylemek isterim. Erkekler de kesinlikle buna erişebilir. Yalnızca cinsiyete göre atanabileceğine inanmak basit olurdu zaten. Yine de bunu, belirsizlik içinde yaşama isteği, tanım konusunda endişelenmeme yeteneği olarak nitelendirebilirim. Akışkan, gözenekli, tuhaf, kanayan metinler misali melez biçimlerin kucaklanması… Kadınların genel olarak daha yatkın olduğu belirli bir kırılganlık ve aynı zamanda da dayanıklılık…


Evenson: Çalışmalarınızın çoğu, stilistik olarak Fransız ve kıta edebiyatında olup bitenlerle benzerlikler içeriyor. Beckett’ın eserlerinde yeni romandan izler var. Diğer geleneklerle, özellikle de Fransızlarla ilişkiniz nedir? Kendinizi bir Amerikan yazarları geleneğine mi ait hissediyorsunuz yoksa bir geleneğe karşı mı çalışıyorsunuz?


Maso: Kendimi kesinlikle Dickinson, Whitman, Melville, Stein, Eliot, Williams, Pound, Stevens ve benzerlerini içeren Amerikan geleneğinin bir parçası olarak görüyorum. Ama elbette tüm büyük edebiyatlara delicesine aşığım ve buna kesinlikle Fransız yazarlar da dâhil. Yeni romandan bahsediyorsunuz; Sarraute’yi, Marienbad’ın Robbe-Grillet’ini, Hindistan Şarkısının Duras’ını seviyorum. Ama dürüst olmak gerekirse, bende en çok Fransız şairler büyük bir etki oluşturmuşlardır. Apollinaire, Rimbaud, Baudelaire ve tabii Mallarmé. Beckett ve Woolf muhtemelen üzerimde doğrudan etkiye sahip olan kişilerdir. Bernhard, Frisch, Broch, Jabés, Hölderlin, Bachmann, Calvino ve Cortazar’a da bayılırım. Murasaki, Dante, Shakespeare. Ve böyle devam etmek mümkün.


Evenson: Çalışmalarınızda, dil ve arzu arasında her zaman bir bağlantı var gibi görünüyor ve ikisi de genellikle öngörülemeyen şekillerde birbirine karışıyor. İkisi arasındaki bağlantı hakkında konuşabilir, hem işinizde hem de daha geniş bağlamda ikisini nasıl bağlantılı gördüğünüzü açıklayabilir misiniz?


Maso: Bu inanılmaz derecede karmaşık bir konu. Dil kavramları üzerine ‘Neşe Dışında’ (1998) isimli bir makale yazdım. Isı ve ışık, hareket ve dinginlik, büyük duyguyu barındırabilen canlı varlıklar. Ayrıca akıcılar, değişkenler, anlaşılmaları zor, kaçaklar ve nihayetinde şahsiyetin kavrayışının dışındalar. Sessizliği şekillendiriyorlar. Hepsi bir an için kırılgan, güzel şekiller oluşturan ve sonra yok olan bedenlere sahipler.


Evenson: Çalışmalarınızın çoğu, bilindik türleri aşmayı başarıyor. Örneğin The Art Lover’da, metninizle görsel imgeleri birleştiriyorsunuz, gazete makalelerinden parçalar seriyorsunuz ve bir bakıma bir tür olarak romanın kabul görülen fikrini alt üst ediyorsunuz. Edebi metni ne olarak görüyorsunuz? Türle ilişkiniz nedir?


Maso: Onu bazen bir tarla, bazen bir sahne, bir perde, bir gökyüzü, bir tuval, bir el, bir kalp veya bir yumurta olarak görüyorum. Yani bir şeyler yazılabilecek her şey. Ortaya çıkanın hangi tür olduğu konusunda ise yayıncılar, kitapçılar ve eleştirmenlerin uzlaşması gerekiyor. Ancak Stein’ın romanlarını okuduğumda, özellikle onun “Bir romanın her şey olduğu kolayca anlaşılır” düşüncesi beni büyülüyor. Ben de onun gibi söylemek istiyorum.


Evenson: The Art Lover’da kurgu ve gerçeklik arasındaki farkı keşfediyorsunuz ve aslında kurgunun askıya alındığı bir bölüm var ve kurgusal olmayan bir bölümde bir arkadaşınızın ölümü hakkında konuşuyorsunuz. Çin Şapkalı Amerikalı Kadın’da ise kurgu ve gerçeklik arasındaki çizgi çok ince çizilmiş ve okuyucuyu bunun ne ölçüde biyografi ne derece kurgu olduğu konusunda çatışmalara yönlendiriyorsunuz.


Yaşam ve sanat arasında net bir ayrım yapıyor musunuz? Geçmeyi reddettiğiniz sınırlar var mı? Kurgularınız okuyucuya ne tür bir çekicilik getiriyor sizce?


Maso: Gerçek hayatım ile yazı hayatım arasındaki farkı artık ifade etmekten gerçekten acizim. Benim için hangisinin nerede başlayıp nerede bittiği konusunda net bir nokta yok. İşimin hayatımda yaptığım seçimleri beslediğini ve hayatımın da işimde yaptığım seçimleri beslediğini düşünüyorum. Ve bir yere kadar her zaman böyle olmuştur. Böyle noktalarda her biri diğerini tasarlar. Bu garip bir şey. Sanırım oluşturucu dürtü hepimizden yansıyor. Yapmak, yeniden yapmak, kutlamak, zevk almak, aşmak, yok etmek, prova etmek, yeniden hayal etmek, yeniden başlamak için yazar veya sanatçı olmanıza gerek yok. Sevdiğim şeyler oluyor. Yazsam da yazmasam da aynı şey. Bu olağanüstü bir yolculuk gerçekten. Ve tabii her halükârda nihayetinde oldukça umut yükleyici bir dürtü.

[ Yorulduğum için tercümeyi burada sonlandırıyorum. Bu kısımdan sonra Maso, benim de oldukça ilgimi çeken AVA isimli eseri ve ‘deneysel’ romancı olarak anılması üzerine önemli şeyler söylüyor, umarım ileride bir vakit bulabilir ve bir atılımla bu tercümeyi tamamlarım. Yine de bu noktaya kadar Maso’nun önemli birkaç noktaya değindiğini düşünüyorum. Bu sebeple tercümeyi yayınlamayı uygun buluyorum. | Tugay Kaban ]


Söyleşiyi gerçekleştiren: Brian Evenson


0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page