top of page

Ali Oturaklı İle Şiir ve Belki Şair Söyleşisi #1


Tugay Kaban: Ali hoş geldin. Seninle şiir üzerine söyleşeceğimiz için heyecanlıyım. Suallerimle poetik haritanın belli yerlerini aydınlatabilirsem, iyi bir söyleşi yaptığımızı yıllar sonra bile düşüneceğim. İlk sorum elbette gökten düşmüş gibi görünecek fakat belki sen onu göğe geri gönderebilirsin. Sence, şiire dair bilgiyi mi yoksa şiirin ne olduğuna dair bilgiyi mi merak ediyoruz genellikle?

 

Ali Oturaklı: Hoş bulduk Tugay. Ben de heyecanlıyım aslında. “Şiirin ne olduğuna dair bilgiyi” edinmek için başvurduğumuz kaynakların çok sayıda olması burada benim çok önemli. Çünkü “şiirin ne olduğuna dair” yazılan her yazı, kitap hatta tweet ile söylenen her söz, konuşma veya tartışma bana büyük oranda samimi gelmiyor. Şair veya yazarların “şiirin ne olduğuna dair” söylemlerinde hep bir kendine yontma görüyorum. İşte bu yüzden kaynakların çok sayıda olması gerekiyor. Çok kaynak; samimi ya da gerçek bilgiye daha çok yaklaşmak demek oluyor. Eleye eleye elimizde bir bilgi kalabiliyor. Elimizde kalana ulaşmak için “kendine yontanları” nasıl elemişsek, elimizde kalanın da “kendimize yontulmamış” olması diğer önemli konu. Ha derseniz ki yontulan bilginin doğruluğu yok mu? Elbette var. “Kendimize yontulmamış” bilgileri samimiyetle elde ettikten bir süre sonra yontulan bilgilerin içinden doğruyu çıkarabilme yetimiz de gelişiyor. Sözcüklere dökmem gerektiğinde şiirin ne olduğuna dair bilgi edinmeyi böyle formülize edebilirim. “Şiire dair bilgi” ise merak isteyen bir şey. “Şiirin ne olduğu”, nasıl bir kendine yontma gürültüsü içinde sansasyonlara açık bir alan ise “şiire dair bilginin” alanı da özel kişilerin merak kartıyla girebildiği sakin bir ortam. 10 sene öncesine kadar elbette “gürültü alan” merak konusuydu. Ama o 10 yılda eriyen merak ile gürültülü alan çölleşti. Merak erirken merak kartları kullanışsız hale geldi veya o kartların da büyük bir kısmı eridi. O karta sahip insanlar yine de hayatlarının belli yerlerinde meraklarını koruyorlar.

 

T.K.: Şiire dair bir şeyleri bulmak/görmek için kullandığımız 'eleğin' teknikten nasibini almadığını düşünüyor musun? Yoksa tam tersine, tekniğin bulaştırılmasıyla mı 'kendine yontmalar' fazlalaştı ve teknikleştirilmiş elek ile şiire dair/ait asıl şeyler ulaşılamaz oldu?

 

A.O.: Elemek, deyince tabii “elek” geliyor insanın aklına. Aklımdaki, elekten çok; “çok katmanlı bir filtre”. “Doğruyu çıkarabilme yetisi” demiştim ya, bu çok katmanlı filtre sayesinde gelişiyor. “Şiirin ne olduğuna” dair edindiğimiz bilgiler ve samimiyet, bu çok katmanlı filtrelerden geçiyor. Peki, teknik bunu neresinde? Yine merakın yüksek seviyelerde olduğu 10 yıl öncesinden örnek vereyim. O senelerde iki hafta içinde, “usta” diyebileceğim iki şair ile konuşmuştum. Bu şairlerden ilki, “Senin şiirlerine bakıyorum, tweet olup insanları etkileyecek bir dize bulamıyorum. Burayı es geçme. Ben buna çok dikkat ediyorum ve muhakkak insanlarda bir karşılığı oluyor.” demişti. Bir hafta sonra diğer şair, “Bir şiirin içinden bir dizenin alınıp paylaşılması kafamı karıştırıyor. Okuyucu bir dizeyi okuyup geçiyor. Şiirin kalanının değeri yitiyor. Bu yüzden bu tip dizeler yazmak istemiyorum. Aklımda bir tweet filtresi oluşmuş çoktan. Şimdi sırf bu yüzden, bu tip dizeler yazmaktan kaçınmam ne kadar doğru?” sorusunu yöneltmişti. Çok katmanlı filtre veya elek illaki teknikten nasibini alıyor aslında. “Şu şekilde veya bu şekilde yazmak” bu konuşmayı okuyan okuyucu için örnek verebileceğim en basit örnek. Bu örnek, neye örnek? “Şu şekilde veya bu şekilde yazmak” da bir tekniktir. Tekniğin bulaşması ile “kendine yontmalar” fazlalaştı mı? sorusuna ise “iki şairin iki haftasını” örnek vermiş olayım. İlk şair tweet filtresinden geçen teknik bilgiyi kendine yontarken; ikinci şair, yontmamak için teknikten kaçıyor. Teknikten kaçarken de estetiğinden taviz verip vermediği üzerine bir çıkmaza giriyor. “Sırf yontmamak için teknikten kaçan” ve çıkmaza giren şair, tüm hadiseyi çözdüğünün farkında değil. Tweet filtresi deyip geçiyor. Tekniğin bulaşması ile “kendine yontmalar” ne azalıyor ne artıyor. İş yine samimiyete geliyor. Dediğin gibi “asıl şeyler ulaşılamaz” olduysa eğer. Şiire dair asıl şeylerin ulaşılmaz olmasının sebebi -bu bağlamda- “Okuyucu bir dizeyi okuyup geçiyor. Şiirin kalanının değeri yitiyor.” cümlesinde saklı. Bu cümle şairi çıkmaza soktu. Ardından “merak” dindi.

 

T.K.: 'Teknik'in açısını tweet üzerinden biraz daraltmış olabiliriz gibi geldi. En nihayetinde doğadaki kanunların tweetler ile bozulmadığı ortada. İnsanoğlunun o kanunları kontrol etme çabasının neticesinden bakarak, sualimi şu şekilde sormaya çalışayım: Kendisine şair diyen yaratık, dâhil olduğu doğanın kanunları üzerinde, bu çağda nasıl bir yönetme iştiyakı duyuyor ve duyumsadığı şeyi şiire bağlıyor?

 

A.O.: Bu da çok öznel bir durum bence. Çünkü doğanın kanunlarını bozmak, doğanın kanunlarına uymak, doğanın kanunlarını yok saymak vb. birçok tutuma sahip olabilir şair. Bu tutumlar üzerine duyumsadığı şeyi de şiire bağladığı için şair oluyor. Çünkü doğaya dair tutumu doğal bir formla belirtince, bu tutum, doğanın içinde tüm doğallığı ile kayboluyor ve fark edilemiyor. Bu, suya su katmak gibi oluyor. Şair de bunun fark edilmesi için doğaya dair tutumunu, doğal olmayan yani şairane bir biçimde şiirine bağlıyor.

 

T.K.: Suya su katmak ifaden farklı bir kapı açabilir sohbetimizin bundan sonrası için. Sence şiire ne kadar şiir katılabilir? Etkilenmeden bahsettiğimi düşünebilirsin.

 

A.O.: Ph giriyor işin içine burada. Bir de yine o çok katmanlı bir filtre. Şairin kendi şiirine başka şiir yani suyuna su katması kadar doğal bir şey yok. Şiir geleneği o anki kuşağa suda çözülebilen bir hap olarak geliyor. O anki kuşak bu hapı (bir önceki kuşağın suyu ve ondan da önceki kuşağın suyunun suyunu) kendi suyuna karıştırıp bir sonraki kuşağa hap halinde sunuyor. Geleneği böyle simgeledik. Ph ve çok katmanlı filtre ise kendi suyu kısmında devreye giriyor. Şairin benliğinin bir Ph derecesi var. Bunu yetenek denilen şeyle simgeleştirebiliriz (ama şu an emin değilim). Çok katmanlı filtreden geçenlerle şair, Ph derecesini değiştiriyor. O filtreden geçen; kendine yontmalar, sosyal hayat, sosyal medya, özel yaşam gibi nüvelerle Ph kalitesi düşüyor veya yükseliyor.

 

T.K.: Şiir, suyunun suyunun suyunun suyu olmaya başladığı için mi etkisizleşti sence? Belki de sana göre etkisizleşmemiş olabilir, açıklayabilirsin.

 

A.O.: Etkisizleşme bence bununla ilgili değil. Ph değeri yüksek insanların veya da Ph değeri yüksek şair insanların azalması buna sebep. Ph değeri yüksek insanlar belki hâlâ var ve şiir yazıyorlar. Ama ortamın olmaması ve bence artık bir daha kolay kolay olamayacak olması yüzünden, bu, "belki de var olan" yüksek Ph’ları göremiyoruz. Görebildiğimiz ihtimale gelirsek, Ph değeri yüksek insanlar, şiirde hatta sanatta değil. Bu insanlar kısa bir süre şiirde kaldılar belki de. Ama gittiler, sonuç olarak yoklar. Bu da ortamın olmaması yüzünden. Çünkü ortam kavramı fiili olarak değişiyor. Bu değişimin yerine geçecek olan şeyle, belki de suyun kalitesi artmaya başlayacak. Yani kaynak ya da pınar insan olduğu sürece var. Su da mevcut. İnsanların hâlâ güzel sözler söyleme çabası bir kuraklığın olmadığını gösteriyor. Eksik olan şey suyun yatağı. Kaynaktan gelip hiç ilerlemeden, akışını bize hiç göstermeden, toprağa karışan o su. Buharlaşıp, havaya karışıp, havadan yağıp, kaynağa ulaşıp tekrar toprağa gelen suyun suyunun suyunun suyu.

 

T.K.: Özellikle şiirin değişebilir konularında değil fakat şiir konusunda çok emin konuşuyorsun. Şiir konusunda emin olmak bir şeyleri zorlaştırmıyor mu sence? Şairlerin şiir konusunda emin olmak gibi bir huy taşımalarını normal karşılıyorum tabii.

 

A.O.: İnsanlar dili köşeye sıkıştırır. Yaşananları anlatacak tüm dil formlarını tüketirler. Şair o köşeye sıkışmış dili her seferinde kurtarır. Dilin etrafındakileri yıkar ve dil ferahlar. Sonra zamanla insanlar bu ferahlığı algılayıp dillerine şairin getirdiği yenilikleri ekler. Yaşananları tekrar yepyeni bir formla anlatan insanlar, yine tüketmeye başlar. Bu olay akışında, dilin etrafındakileri, her seferinde yıkma eylemi için daima zorlaştırma gerektiriyor. Bu iş cılız kollarla yapılamaz. Ha kollar sağlam mı, bir an bile gözlerini rakipten kaçıramamalısın o halde. Gözlerin kaçmaması için, emin olmaktan başka çare yok.

 

T.K.: Politik olana karşı cılız kollu şairler türedi sanki. Kolları sağlam olanlar ise gözlerini bantlıyorlar. Sence de böyle mi? Sen kendini nerede konumlandırıyorsun?

 

A.O.: Politik olana karşı cılız kollu şairler türedi veya politik olana karşı kollar cılız kaldı. Politik olana karşı geliştirilebilecek başka uzuvlara ise ihtiyaç duyulmadı. Kolları sağlam, gözleri bantlı olanlar ellerimi de bantlayın dediler sanki. Şiirin siyaset üstü olduğuna kimse kâni olamadı. Kendimi ise demokrasinin varlığından dolayı halkın içine dahil etmeye çalışıyorum. Halktanım falan demiyorum. Çoğunluğun içine bazen dahil olmak istemeyen, bazen isteyen veya toplumun ferdi olan kişinin, çoğunluğun içinde nasıl var olup olamadığını anlamaya çalışan bir yerdeyim, diyebilirim.

 

T.K.: Söyleşimizin bu birinci bölümünü şu sualle sonlandırmak istiyorum, bu sual ikinci bölümün başlangıcı için de bize yardımcı olacaktır: Sence şiir yazmak için bir ruhsat var mı? Varsa, bu ruhsatı şair nereden edinmeli, yoksa, olmamasının iyi yahut negatif yönleri nelerdir?

 

A.O.: Gülüyorum çünkü bu çok güzel ve yerinde bir soru. Bence bir ruhsat yok. Ama "ruhsat yok" denildiği an çıkan sonuçlar, "bir ruhsat olmalı mıydı" dedirtiyor. Ruhsatın edinilmesi gereken yer; ya kendinden yaşça büyük bir şairle gerçekleştirilecek sağlıklı bir iletişim ya da kendi yaş grubuyla kurulan bir şiir ekibi. Aslına bakarsak Cahit Zarifoğlu'nun Okuyucularla kitabını baştan sona okuyunca bu sorunun cevabı -kitabı okuyan kişinin kendi meşrebince- ortaya tam olarak çıkıyor.

 

T.K.: Teşekkür ederim ayırdığın vakit için. Söyleşimizin ikinci bölümünde bakalım neler konuşacağız. Şimdilik görüşmek üzere.

 

A.O.: Eyvallah. Ben teşekkür ederim.



26 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page